
Mehmet Fatih Erdoğan
Çocukluğumun Ramazanlarını Özledim II
Çocukluğumun Ramazanlarını Özledim II
(Birin Devamı)
Çıngılım Çıktı: Bu oyun gündüz de oynana bilir ama akşamdan sonra oynanırsa daha keyif alırdık. Önce oyuncular arasından iki ebe seçilir, sonra ebeler oyuncuları paylaşarak iki gurup oluştururlar. Her gurup en az dört kişi olmalıdır. Çıngılım çıktı bir saklanma ve saklananları bulma oyunudur.
Bir gurup saklanır, ikinci gurup onları bulmaya çalışır. Bu oyun, tuzak ve pusu kurma, kavga ve savaş taktiklerine hazırlık oyunudur denebilir. Önce birinci gurup ebeleriyle (Takım kaptanı) birlikte oyunun başlangıç merkezinden uzaklaşırlar ve ebe oyuncularını kuytu bir yere saklar. Sonra yalnız olarak oyunun başlangıç yerine geri döner.
Hemen sonra öteki gurubun ebesiyle öne düşerek saklananlara doğru yürürler. Hemen arkalarında arayan gurup oyuncuları gelmektedir. Bir gedik(Dar Sokak) arası, bir ağacın arkası, bir evin bahçesi gibi rakip takım oyuncuların saklanma ihtimali olan bir yere yaklaşıldığında arayan gurubun ebesi sorar: -“Şu gedik yansın mı?” Sorusunu sorar. Bu sorudan, ‘Senin oyuncuların orada mı saklanıyor?’ anlamı çıkartılırdı.
Saklanan oyuncuların ebesi “İyice yaklaşalım” diyerek onları oyuncuların saklandıkları yere iyice yaklaştırmaya çalışır. Eğer orada oyuncuları yoksa: -Yansın! Diye bağırır. Yansın cevabı “Orada kimse yok” demektir. Ebe asla yalan söylemezdi.
Sokaklar, gedikler, ağaçlar tek tek sorularak geçilir, sonunda oyuncuların gerçekten gizlendikleri yere gelinirdi. Arkadaşlarını arayan oyuncuların ebesi yine sorar: -‘Burası yansın mı?’ Saklanan oyuncuların ebesi her defasında olduğu gibi yine “İyice yaklaşalım da” diye bağırarak cevap verirdi. Öteki ebeyi ve onun oyuncularını iyice yaklaştırınca vat gücüyle “Çıngılım çıktı!” diye bağırır, bunu duyan saklanan oyuncular saklandıkları yerden ok gibi fırlayarak kendilerini arayan rakip takımın oyuncularını yakalamaya çalışırlardı. Yakalayan, kural gereği yakaladığı arkadaşının sırtına biner oyunun başladığı yere kadar gelirlerdi. Bu esnada arkadaşının sırtına binenlerin keyfi ve neşesi görülmeye değerdi. Sonra takımlar yer değiştirir, saklanan takım, arayan takım olur ve oyun yeniden başlardı. Yatsı ezanı okunana kadar çok sevdiğimiz bu oyunu oynar, ezan okunmaya başlayınca oyuna ara verir koşarak ezan bitmeden camiye yetişirdik…
Bizim çocukluğumuzda çocuklar büyükler tarafından sık sık uyarılır çok çabuk azarlanır hatta dövülürdük. Büyüklerimiz kendileri gibi olmamızı hiç yaramazlık
yapmamamızı beklerlerdi bizden. Biz ise oynayarak öğrenmeyi seviyorduk. Büyükler secdeye gittiklerinde arkadaşlarımızı çimdiklemeyi, ayakaltlarını kaşımaya ve başka başka şakalar yapmaya bayılıyorduk…
Yatsı namazından çok Teravih Namazını seviyorduk. Bu namaz bizim için oyun gibiydi. İki rekâtta bir selam veriliyor, Teravih namazı çok hızlı kılınıyordu. Yatıp yatıp kalkıyorduk. Dört rekatın sonunda sesi çok güzel amcalar yüksek sesle İlahiler okuyor, bizde yüksek sesle katılıyordu. Bizim caminin imamına, ‘Cet Hoca’ lakabı takılmıştı.
“Bizim kıldığımız Teravi, Enderun usulü” derdi rahmetlik babam. Büyüyünce Enderun Usulü Teravih Namazını araştırdım. Dört rekâtta bir değişen makamla cemaate, sanki namaza yeniden başlıyormuş hissi veriliyor. Yeni bir canlılık sağlanıyor. Makamların seyrinde, pesten tize doğru yükselen bir tertip var, o da ayrı bir canlılık katıp ruhu diri tutuyor. Bu erkân namazın şartından değil: Olmadığı zaman bir şey kaybettirmez; ama olduğunda daha güzel oluyor, ibadeti daha cazip, daha zevkli hale getiriyor.
Bildiğim kadarıyla Kahramanmaraş’ta Türk Tasavvuf Musikisi alanında hizmet veren ”Hz. Mevlana Kültürü ve Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Yaşatma Derneği ” Ramazan ayı süresince kendi mekânlarında Enderun Usulü Teravih kılmaya devam ediyorlar. Müezzinlik görevini derin musiki bilgisiyle ‘Bahaeddin Bilginer,’ İmamlık görevini ise Kahramanmaraşlıların çok yakinen tanıdığı Musikişinas ‘Sıddık Tekerek Hocam.’ Üstlenmiş. Kapı herkese açıktır mutlaka…
Ramazanlarda iftar sofrasında mutlaka misafir bulunurdu. Herkes fakir fukarayı, hısım ve akrabalarını iftara alırdı. On Beş ’inci oruçtan sonra Bayram hazırlıkları başlardı. Evde hazırlanan hamurlar mahallenin pide ve lahmacun fırınına yollanır ve kilolarca kömbe (Çörek) pişirilirdi. Hoşaflar yapılırdı. Gelen her misafire hoşaf ve Çörek ikramı mutlaka yapılırdı.
“Ah O Çocukluğum Kadar Eski ve Güzel Ramazanlar!” Sizi çok özledim. Oruç tutanlardan utandığı için ulu orta yerlerde yiyip içmeyen edepli ve terbiyeli insanlarımı, Allah’ın kendilerine bol bol verdiği nimetleri komşularıyla paylaşan gözü ve gönlü tok insanları özledim. Verdikleri zekâtlarla fakir ve fukaraları, öksüz ve yetimleri sevindiren, O garibanların bayramını bayram yapan gönül dostlarını özledim…
Yaptığı her işte Allahtan korkan, Kullardan utanan, Haramdan sakınan, Hileli mal satmayan, Kasabımı, Bakkalımı, Terzimi, Fırıncımı, değirmencimi, Sütçümü, Yoğurtçumu, Lokantacımı özledim…
İnsanını birbirinden ayırmayan, Herkese, Her kesime Allah’ın kulu nazarıyla bakan, Hâkimimi, Savcımı, Öğretmenimi, İmamımı, Doktorumu, Valimi, Belediye Başkanımı özledim. Dürüst, Aldatmayan, Kandırmayan, evine helal lokma götürme peşindeki Kasabımı, Bakkalımı, Berberimi, Terzimi, Tamircilerimi, Esnaf Abilerimi özledim. Velhasıl Şerefli İnsanların Yaşadığı “O Eski Türkiye’yi” çok ama çok özledim…
Bu vesileyle Başta Kahramanmaraşlı Hemşerilerimin, Yüce Türk Milletimin ve tüm İslam Âleminin Mübarek Ramazan-ı Şeriflerini kutluyorum. Sizleri Allaha Emanet ediyorum. Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.