Dosdoğru Yaşamak
İnsana eğrilik yakışmıyor. Eğrilik, bile bile haksızlık yapmak Müslüman’a hiç yakışmıyor. Bu yüzden ben Müslüman’ım diyen herkesin oturuşuna, kalkışına, duruşuna, yürüyüşüne kısaca söylemek gerekirse alışverişine dikkat etmesi gerekiyor. İnsanın; ‘eline, beline, diline sahip olması’ gerekiyor.
En basit bir deyişle Müslüman’ın; yolda yürürken, araba sürerken trafik kurallarına uyması ve uymayanları uyarması gerekiyor. Yapmış olduğu bir hatanın ne gibi acı sonuçlar doğuracağını bilmesi ve ona göre davranması gerekiyor. Birilerinin hatalı davranışları sonucu birileri hayatını kaybediyorsa bunun vebali ve sorumluluğu hatalı davranış sahiplerinin olacağının bilinmesi ve öğretilmesi gerekiyor.
Müslüman’ın hata yapmaması, yaptığı işe asla hile katmaması gerekiyor. Ölçerken, tartarken, sökerken, takarken, kılı kırk yarması gerekiyor. Bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatanın adına kul hakkı dendiğini, kul hakkı yiyenlerin iki dünyasını da ziyan edebileceğini bilmesi ve çok dikkatli davranması, çok dikkatli yaşaması gerekiyor.
Müslüman’ın Allah tarafından kullarına da peygamberlerine de; ‘dosdoğru olun’ dendiğini, böyle emredildiğini bilmesi gerekiyor. Müslümanlar için başka bir davranış biçiminin asla olmadığını, bu emrin bütün akaid ve amel meselelerini içine aldığını Müslüman’ım diyen herkesin bilmesi ve uygulaması gerekiyor. Müslüman’ların dosdoğru olması gerektiğini bilmesi ve hayatının her anında bu şekilde yaşaması gerekiyor.
Bu şekilde yaşamak elbette kolay bir iş değildir. İslam kaynaklarında konuyla ilgili olarak Sahabeden Ibn Abbas’ın şöyle söylediğini öğreniyoruz: ‘Kur'ân'ın tamamında, Hz. Peygamber'e bundan daha zor ve daha meşakkatli gelen, başka bir ayet nazil olmamıştır. Bundan dolayı da Hz. Peygamber (asm); Hûd suresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı’ buyurmuştur.
Günümüz Müslümanlarının çoğunluğu ne yazık ki bu hususları unutmuş gibi davranıyorlarlar. Hata yapmama, emrolunduğu gibi dosdoğru olma adına Peygamber efendimizi ihtiyarlatan hangi düsturlar varsa, maalesef günümüzün insanları bilerek veya bilmeyerek bunlarla zenginleşmeyi, bunlarla gençleşmeyi tercih etmiş gibi davranıyorlar.
Bu sebeple çarşı ve pazarlarımızda sözden, doğruluk ve dürüstlükten eser yok denilebilir. İtimat ve güven kavramları ikili ilişkilerimizi çoktan terk etmiş denilebilir. Bu şekilde düşünmek insanı günaha sokmaz diye düşünülebilir. Hoşgörü, anlayış, düşene destek olma, yetim başı okşama yaşantımızdan uçup gitmiş de denilebilir. Çocukluğumuzda var olan, hayatımıza hâkim olan ve bizim kuşak tarafından ara sırada olsa hatırlanan bu davranışların yeni kuşaklar tarafından hiç bilinmediği söylenebilir.
Peki, bu davranışları terk edenlerin uyarılması, dikkatlerinin çekilmesi, kurallara uymaları yönünde ikaz edilmeleri gerekmez mi? Eskilerin kullandığı bir kelamı kibar olan ‘haksızlık karşısında susan şeytandır’ sözüne uyarak bu yitiklerini Müslüman’lara hatırlatmak gerekmez mi? Elbette olması gereken bu. Ama birçok sıkıntıyı göze almak gerekiyor. Bu kişiler durup dururken; hakarete uğrayabilirler, tartaklanabilirler, dayak yiyebilirler hatta canlarından olabilirler.
Bu türden mağduriyetlerin binlerce yaşanmış örneği var. Müslüman’a asla yakışmayan bu tür davranış sahiplerine bırakın sokaktaki bir kişinin müdahalesini okullarda esas vazifesi öğrencilere Müslüman’ca bir yaşam öğretmek olan öğretmenlerimiz dahi hakaretlere uğramakta, dayak yemekte, soruşturma üstüne soruşturma yamamakta hatta iftiralara uğrayarak işinde olmaktadır.
İnsanımız yaygın olarak yaşanan bu haksızlıkların neticesinde bırakın büyük yanlışları; ‘kırmızı ışıkta geçmek gibi, yedikleri meyvelerin kabuklarını camdan caddelere atmak gibi, dinlediği müziğin sesini sonuna kadar açmak gibi, başındaki türbanından utanmadan parklarda erkek arkadaşıyla her haltı yapmak gibi’ çok küçük yanlışlara dahi karışmaz oldular. Biz kullar için bu şekilde davranmak yanlış ama yapabileceğimiz başka bir yol da yok denilebilir.
Tüm İslam âleminin kul hakkına riayet eder bir hal içerisinde yaşaması için çaba sarf edilmeli, çocuklara buna uygun bir eğitim verilmelidir. Aksi takdirde yaşantımızın her anında ‘at iziyle it izinin karıştığına’ şahit olacağız demektir. Toplumda Sedat Peker gibi, Aladdin Çakıcı gibi zorbaların ne hadsizlikler ne densizlikler yapabileceklerine şahit oluruz.
Yazımı okuyan kardeşlerimden; ‘Dillere düşen Müslüman’ca yaşamın tekrar gönüllere yerleşmesi’ için mücadele başlatmalarını istirham ediyorum. Toplumumuz top yekûn, çoluğuyla/çocuğuyla, eşiyle/ dostuyla yanlış yapanlara karşı dik ve dikkatli bir duruş içerisine girmelidir. Nedeni; ‘Kul hakkı unutulursa yaşam çileye döner.’ Şuan yaşadıklarımızın sebebi bu olsa gerek…