HASAN HARAKANİ

HASAN HARAKANİ

Ebul Hasan, İran'ın  Bistam şehrine  bağlı Harakan'lıdır.. Bâyezîd Bistâmî Hazretlerinin türbesinde hizmet etmiş ve feyz almıştır. Asıl adı Ali bin Ca’fer.

Ebu’l-Kasım Kuşeyri, Ebu’l-Abbas Kassâb, Ebu Said el-Miheni gibi mutasavvıflarla, Gazneli Sultan Mahmud gibi devlet ricaliyle İbn Sina gibi felsefe ve tıb otoriteleriyle çağdaş.

İlk Müslüman Türk devletini kuran Gazneli Mahmûd onu ziyaret ederek feyz almıştır.

Feridüddin Attar’ın Tezkiretü’l-evliyâ kitabında verdiği bilgiye göre, Gazneli Sultan Mahmûd,  Harakanî ile birkaç defa görüşmüştür.

Harakanî’nin şöhretini duyan Gazneli Mahmûd, adamlarıyla birlikte, biraz da onu imtihan maksadıyla Harakan’a gelir. Sultan, yanına geldiğinde  Harakanî, ona özel bir ilgi göstermediği gibi, ayağa da kalkmaz. Sultan Harakaniyi imtihan etmek maksadı ile,pek çok sorular sorar. Aldığı tatminkâr cevaplar  karşısında irkilir. Endişesi gider. Sevgi ve saygıya duymaya başlar. Harakani hazretlerine bir kese altın ihsanda bulunmak ister . Ama Harakanî bunu reddeder. Bu sefer, “ondan bir hatıra olsun diye” herhangi bir eşyasını ister. Harakanî de Sultan’a bir gömleğini verir.

Görüşme tamamlandıktan sonra Sultan,  vedâ ederken Harakanî onu ayakta uğurlar. Sultan, Harakani'nin  kendisini yolcu ederken ayağa kalktığını görünce sorar:

– Efendim, geldiğimizde ayağa kalkmadınız ama, yolcu ederken ayaktasınız. Sebebini öğrenebilir miyim?

Harakanî, şu karşılığı verir:

Buraya padişahlık gururu ve bizi imtihan niyeti ile geldiniz. Ama şimdi dervişlerin haliyle ayrılıyorsunuz. Dervişlik devletine ve tevâzu haline saygı gerekir.

Sultan Gazneli Mahmûd, Harakanî ile bir başka görüşmesinde ondan nasihat istedi.

“Şu dört şeye dikkat et! Günahlardan sakın, Namazını cemaatle kıl, Cömert ol,Mahlûkata şefkatle muamele et!.”

Harakanî, çağdaşı felsefe ve tıp otoritesi, eserleri dört asır Batı üniversitelerinde okutulan İbn Sînâ ile de görüştüğü kayıtlarda görülmektedir.

Tasavvufa ve tasavvuf erbabına karşı ilgi duyan Filozof İbn Sînâ, Harakani hazretlerini evinde ziyaret etmek ister. Evine varıp karısından nerede olduğunu sorar. Karısı da, onun hakkında hiç de hoş olmayan lafızlar kullanarak evde olmadığını ve ormana odun getirmeye gittiğini söyler. İbn Sînâ,  orman tarafına; onu aramaya gider. İbn Sînâ ormanda yükünü bir aslanın taşıdığı bir ihtiyar görünce   Harakani Hazretleri olduğunu anlar ve hayretle sorar:

"Efendi, bu ne hal böyle?"

"Evdeki kurdun yükünü çekmemiş olsak, Allah bizim yükümüzü dağdakilere çektirmezdi" der.

Evdeki kurt karısıdır. Çünkü son derece geçimsiz ve hırçın bir kadındır, ama Harakanî. Allah için onun sıkıntılarına katlanarak kemale ermiştir.

Muhtelif âlimleri tanıyan ve onlardan okuyan Harakanî, Bâyezid Bistâmî ‘nin dergahında karar kılmış, senelerce önce ölmüş bulunan      Bâyezid’in yolunu devam ettiren müritleriyle görüşmüş, kabrine on iki yıl türbedarlık etmiştir. Sevgi ve aşkla bağlandığı bu kapı onun gönül dergâhı olmuştur. Yılları aşıp gelen Bâyezid sevgisi, onu yoğurmuş ve vuslata götürmüştür.

“İmanın ölçüsü, kulun Allah’ı andığı sırada baştan ayağa Allah’ın kendisini andığını duymasıdır” Öyleyse Allah derken başka söz söyleyenlerle sohbet etmemeliydi.

Harakanî, diğer gâmdı, dertlinin derdiyle ilgilenmeyi severdi. Derdi ki: Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır, birinin ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte üzüntü varsa, o kalp benim kalbimdir.

Gerçek kulluğun kula hizmetten geçtiğini bilenlerdendi. “Sabahleyin yatağından kalkan âlim  ilminin artmasını, zâhid zühdünün artmasını ister. Ben ise bir kardeşinin gönlünü neşeyle doldurma ve onu sevindirme derdindeyim” derdi.

Harakani'ye göre ,İlimle ve bilgiyle övünmek yersiz bir davranıştır. “Herkes, hiçbir şey bilmediğini anlayıncaya kadar hep bildiğiyle övünür, durur. Nihayet hiçbir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır ve işte o zaman marifet kemale erer. Çünkü gerçek bilgi bilmediğini bilmektir.”

Sulh ve cengin nerede ve ne zaman olacağını şöyle bildirirdi: “Sulh bütün halkla, cenk ise nefs iledir.”

Dünyayı gölge gibi görürdü. Bu yüzden de: “Sen onun peşinde koştukça o senin padişahın; ondan yüz çevirince de sen onun padişahı olursun.” derdi.

Ona göre fütüvvet ve civan mertliğin şartı üçtü:

1. Cömertlik, 2. Şefkat, 3. Halktan müstağni olmak.

İçinde Allah’tan başkasına yer olan kalp, baştan başa ibadet ve taat ile dolu olsa da ölüydü. Çünkü gönüllerin en aydını içinde halk olmayanı, amellerin en güzeli, içinde mahlûk fikri bulunmayanıydı.

Harakani de amel ve ibadetlerdeki ölçüsü şöyle : “Hergün akşama kadar halkın beğendiği ve memnun kaldığı işler yapasın. Her gece de sabaha kadar Hakk’ın beğendiği amel ile olasın.”

Katilden, yani adam öldürmekten beter olan fitnenin dinde iki grup insan tarafından çıkarılabileceğini söylerdi. Onlar da: Gözünü dünya hırsı bürümüş âlim ile ilimden mahrum ham sofuydu.

El emeği ve göz nurunu üstün tutar, nimetlerin en helal ve temiz olanının kişinin emek ve gayretiyle elde ettiği nimetler olduğunu anlatırdı.

Mekanı cennet olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cevdet Alperen Arşivi